Bir sahne üzerine birkaç bozuk kelam

Uzun zamandır izlemeyi ertelediğim bir film olan Bir Zamanlar Anadolu’nun tek bir sahnesi üzerine kendi hissettiklerimi aktarmaya çalışacağım. Filmi ertelemiş olmama hiç üzülmüyor aksine tam zamanında izlemiş olduğumu düşünüyorum. Bazı filmler ve şiirler kişiyi tam zamanında yakalar. Bu filmle olan bağım da bu sahnenin tam zamanında beni yakalaması ile ilgilidir. Tam zamandan kastım kişinin verilen şey her neyse ona nüfuz etmesi ve hatta o şeyin kişiye hücum etmesiyle ilgilidir. Sabahın, şairin üzerine saldırması gibidir. Takdir edersiniz ki bu da her zaman mümkün olamaz.

Mevzu bahis sahnede muhtarın kızı içerisinde sanık, savcı ve doktorun da bulunduğu bir odaya çay tepsisiyle girer. Tepsisinin ortasında elektrikler o esnada olmadığı için kandil, etrafında da çaylar vardır. Muhtarın kızı, soğuk yüzlü ve ceset aramaktan bitap düşmüş bir grup erkeğe çay dağıtır.

Kadına bahşedilmiş bazı sıfatlar vardır. Bunlardan birisi de ‘’Rahim’’ sıfatıdır. Merhamet ise rahim kökünden gelir. Anne merhametinin, anne şefkatinin bu dayanılmaz sıcaklığının kaynağı yüce bir sıfattan-varlıktan kaynaklanmaktadır. Bu merhamete maruz kalmak büyük bir lütuftur. Bu yazdığımı sahne bağlamında incelersek:

Muhtarın kızı odadaki herkesi etkiler, çay alan her kişi ikinci defa kıza bakar. Çirkinliklerle yüzleşilen bir işin ortasında, bu kız odadaki kişileri ayırt etmeksizin saf bir görünüşle sıfatını aşikâr etmişçesine hem aydınlık dağıtır hem de sıcak içecekle içlerini ısıtır. Sıra sanığa geldiğinde ona da çay verir, sanıkta ikinci defa kıza bakar ve sonrasında ağlamaya başlar. Beni çarpan, sahneye karşı savunmasız bırakan an budur. Sanık bir cürüm işlemiştir ve kızın merhameti onu öyle etkiler ki merhamet karşısında büyük bir mahcubiyet duyar. Yüzüne karşı hissettiği bu sıcak ve aydınlık hal onu bir an yakar ve sarsar, bu merhamete dayanamaz. Buradan Mahkeme-i Kübra’daki mahcubiyete varmak gerekir ancak bunu yazmak haddime düşmez.

Bu etki kadının bizzat varlığından kaynaklanmaz, sahneyi çekenler veya başkaca yorumlayanlar kadının bizzat varlığı ile ilgilenmiş olabilirler, fakat benim bu sahnede hissettiklerim ‘’muhtarın kızının güzel olmasının’’ ötesindedir, daha aşkın bir boyuttadır. Kadının varlığına bu ışığı verenle ilgilenmekteyim. Aşkın kadından doğmasını da bu hal üzerine yorumlayabiliriz.

Bir rivayete göre, Bahaeddin Nakşibend Hz. ’ne gelen bir genç ders almak istemektedir fakat Nakşibend Hz. o gence önce bir kıza âşık olmasını ve ondan letafet kazanıp sonra gelmesini söyler. Kadına olan aşk bu noktada onun bizzat varlığından sıyrılıp daha üst bir konuma yerleşmektedir zannımca. Kadına bir şeyler yansımaktadır, aşk ise o yansıyan şeyden beslenir. Aşkın modern hayatta tüketilen bir şey olması muhtemeldir ki aşkı kadının zatında aramaktan kaynaklanır, aşkı verende değil.

Aşkı saf tutmak ne kadar mümkündür o ayrı bir mesele fakat saf aşk denilince aklıma bende çok farklı bir yeri olan bir film ‘’İn The Mood For Love’’ gelir. Aşkı olanca saflığıyla yaşarlar ve bu saflık vuslata ermekle değil kavuşamamakla korunur.

Yorum bırakın